Realizmin ulaştığı uç noktanın köklerini anlamaya çalışırken Leo Strauss’un Tarihselcilikle ilgili tespitleri çok yardımcı olmaktadır. Strauss, Fransız İhtilali’nin yarattığı belirsizlik ortamından ürken muhafazakarların, doğal haklar doktrinini suçlu olarak tespit etmeleri sonucunda dönemsel ve yerel koşullardan bağımsız değerlerin varlığına ve siyaset üstündeki etkisine ilişkin esaslı bir saldırı gerçekleştirdiklerini düşünmektedir. Strauss’a göre Tarihselciliği muhafazakar bir düşünce hareketi olarak geliştirmeye başlayanlar, evrensel ilkelerin varlığına ve belirleyiciliğine olan inancın yıkıcı, kaos yaratıcı dolayısıyla devrimci etkilerini tespit etmişlerdir. Evrensel ilkeleri kabul etmek, mevcut düzenin bu ilkelere göre sürekli sorgulanması sonucunu doğurmaktaydı. Doğal haklar doktrininden doğan bu evrensel değerlerin yıkıcı etkisine karşı, yerel ve dönemsel olarak belirlenen ve geçerlilik kazanan haklar ve değerler esas alınmaya başlanmıştır.
Buna karşılık değerlerin siyaseti belirlemeye hatta altüst etmeye devam etmesi, değer ve siyaset ilişkisi üzerinde tekrar düşünmeyi de gerekli kılmıştır. Ancak giderek değerlerin belli tarihsel ve toplumsal koşullarda ortaya çıktığı ve o koşullara bağlı olarak etkili olduğu tespiti hakim olmaya başlamıştır. Bu açıdan değerlerin, siyasal koşullardan bağımsız bir varlığa sahip olduğuna ilişkin anlayış zayıflatılmıştır. Öte yandan tarihsel akışın bir kadermişçesine belirleyiciliğine olan inanç da bunun doğal sonucu olarak kabul görmüştür. Dolayısıyla, tarihsel akış içinde bir şekilde ortaya çıkan ve güç kazanan dönemsel koşulların, o dönem için hakim olan değerler dahil herşeyi belirleyeceği görüşü ileri sürülmeye başlanmıştır. Bu yönüyle dönemsel koşulların belirleyiciliği bir üst değer haline getirilmiştir.
Carr’a göre de 19.yy’da doğal hukuk anlayışında ortaya çıkan kırılma artık “ebedi bir etik ilkeden değil, verili bir dönem ve toplumun etik ilkelerinden” kaynağını alan bir yeni tip doğal hukuk anlayışını ortaya çıkarmıştır. Bu durum mevcut düzenin, birtakım düzeltmelerle de olsa, haklılığı ve dolayısıyla devamı için sağlam bir yeni temel yaratmıştır.
Radikal Realizm, Cox’un altını çizdiği gibi siyaset dışı ve düşünce düzeyinde varlık kazanan mutlak ve evrensel kötülüğü değişmez bir doğal belirleyen olarak kabul etmiştir. Bu bir yönüyle dönemsel ve yerel olandan bağımsız bir soyut belirleyenin esas alınması nedeniyle tarihselcilikle çatışıyor gibi görünebilir. Ayrıca, mutlak ve evrensel kötülüğün tespiti, tüm siyaseti açıklayan gerçek ve her zaman geçerli tek bilgi olarak sunulabilir. Ancak Radikal Realizm aslında, sadece değerleri tamamen siyasal alanın dışına çıkartmıştır. Ayrıca yine Radikal Realizm, tarihsel süreçte dönemsel olarak somutlaşan güç dağılımının belirleyiciliğini neredeyse tek siyasal gerçek haline getirerek bir bakıma tarihselciliğin temel varsayımlarını doğrulamıştır. Radikal Realizm, aynen tarihselci yöntemin sunduğu gibi, dönemsel ve yerel koşullar içinde somutlaşan siyasal yapıyı ve onun dönüşüm yönlerini anlamayı araştırmanın esası olarak kabul etmiştir.