Sosyal olanla ilgilenmeye başlandığında karşı karşıya kalınan gerçeklik oldukça farklı niteliktedir. Sosyal gerçeklik, düşünen, öğrenen, algılayan ve karar veren birimlerin etkileşim sürecinde varlık kazanmaktadır. Bu nedenle sosyal gerçeklik, maddi olmaktan çok sosyal bir süreç içinde inşa edilmiş ve fikirsel nitelikle var olan bir özellik taşır. Sosyal gerçekliğin, dolayısıyla, malzemesi fikirlerdir, ortaklaşan ve yayılan fikirler. Sosyal gerçeklik, aynı zamanda yukarıda tanımlamaya çalıştığımız sosyal yönlü birimlerin etkileşimi içinde varlık kazanır ve bu etkileşim süresince varlığını devam ettirir. Sosyal gerçekliği var eden birimler tümüyle yok olursa, etkileşim süreçleri de dolayısıyla sosyal gerçeklikte ortadan kalkacaktır. Sosyal anlamda özneleri var olmayan bir gerçeklik söz konusu olamaz. Buna karşılık sosyal gerçekliğin nesnelliği ve öznel bilinçle kolektif bilinç ilişkisi şüphesiz önemli bir araştırma ve tartışma konusudur.
Bugün öznel bilinç düzeyinde gelişmelerin ve öznelerarası düzeyde etkileşimin sosyal gerçekliği inşa ettiği ve bu gerçekliğin kendine ait bir varlık kazandığı büyük oranda kabul gören bir temel yaklaşımdır. Buna karşılık, başka bir soru yeterince öne çıkamamış ve bu soru geri planda kalarak üzerinde fazlaca tartışma yapılamamıştır. Sosyal gerçeklik, onu inşa edecek biçimde etkileşen sosyal birimlerle olan irtibatını ne ölçüde korur? Bu soru sosyal gerçekliğin nesnelliğine ilişkin çok önemli ve tartışmalı bir eski meseleyi önümüze getirir. Bu mesele aynı zamanda pek çok asli sorunun da cevabını etkileyecek bir önemdedir. Berger ve Luckmann sosyal gerçekliğin, onu inşa eden toplum bireylerinin neyi gerçek olarak benimsediğinden bağımsız olamayacağını ifade eder. Tabii burada gerçek olarak kabul etmekle gerçekliği doğrudan belirlemek arasında bir fark olduğunu görmek gerekir. Sosyal birimler, gerçek olarak kabul ettiklerinin çoğunu, kendilerinden önce inşa edilmiş olarak devralırlar. Ancak bu sosyal gerçekliğin hakimiyeti olarak da okunmamalıdır. Öznel düzeyden kaynaklanan değiştirme dönüştürme kapasitesi de mevcuttur ve verili olarak devralınan sosyal gerçekliğin varlığı ile onun bireysel düzeyde belirleyiciliği, öznelerarası sosyal etkileşim süreçlerinin sonuçlarıyla sınırlı kalabilmektedir. Nesnel sosyal gerçekliğin yokluğu anlamına gelecek bir bireysel olanın sosyal olana sürekli bir hakimiyetinden ya da öznel bilinci yok sayacak bir sosyal gerçekliğin yapısal belirleyiciliğinden söz etmek bu açıdan basit bir açıklama olurdu. Bir başka deyişle aslında önemli ve ilginç olan sosyal gerçekliğin varlığını kabul ettikten sonra öznel bilincin, kolektif bilinçle etkileişiminin doğası üzerine düşünmektir.
Berger ve Luckmann, Sağduyu bilgisinin (common-sense knowledge), sezgisel bir algıyla hareket eden sosyal birimlerin bilinç düzeyinde etkili olduğunu ve bu bilginin sosyal gerçekliğin anlamlar dünyasının dokusunu belirlediğini açıklamaktadır. Sağduyu bilgisi yaşamdünyasının ayrılmaz bir parçasıdır ve tarihsel derinlikte sosyal bir onaya tabi olarak var olur. Sosyal onay burada açıklanmaya muhtaç bir mekanizma olarak karşımızdadır. Sosyal onay öznel bilincin dışında mıdır? Yoksa sosyal onay öznel bilinç kolektif bilinç ilişkisinin sürekliliğinin bir kanıtı mıdır?
Berger ve Luckmann Toplum varsa nesnel olgusal düzeyin de olduğunu, ancak buna karşılık öznel bilincin etkisinde yönelim kazanan eylemlerin de göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bireysel eylem doğal olarak öznel bilinç düzeyinde belirlenir. Bu nedenle eylem anlam yüklüdür ve bu anlamı eyleme yükleyen öznel bilinçtir. Soru öznel bilincin kolektif bilinçle ilişkisine işte burada bağlanmaktadır. Bu ilişki ne yukarıdan aşağı ne de aşağıdan yukarıya olarak tanımlanmamalıdır. Bu bir etkileşimdir, sürekli ve kopuksuzdur, doğal olarak da iki yönlüdür. Peter ve Luckmann bunu “toplumun ikili karakteri” olarak nitelemekte ve nesnel olgusallıkla (objective facticity) öznel anlamları (subjective meaning) aynı düzeyde önemli kabul etmektedirler. Onlara göre bu nedenle de sosyal gerçeklik kendine özgü (sui generis) dür.