Berger ve Pullberg öznelliği tanımlarken, dışa kapalı bir içsellik içinde olmadığını dolayısıyla sadece kendi iç dünyası içinde var olmayı reddeden bir nitelik gösterdiğini ifade etmektedir. Öznelliğin dış dünyaya yönelimi, öznel bilgi ve öznel bilincin de nedenidir. Dolayısıyla, öznelliğin kolektif bilinç ile olan etkileşimi içinde birey kendini bilebilir.
Öznel bilinç, öznelerarası süreçlerde oluşur ve şekillenir. Ancak bu şekillenmede öznellik de çok önemli bir role sahiptir. Birey sadece öznelliği nedeniyle, öznelerarası süreçlerde öznel bilgiyi üretir ve biriktirir. Öznellik, öznelerarası süreçlerde ürettiği ve biriktirdiği öznel bilgiyle öznel bilince sahiptir. Öznel bilinç, bir başka deyişle, bireyin kendini öznel bilgi vasıtasıyla bilmesi durumudur. Bu durumda öznelliğe özel bir önem atfetmeden öznel bilinci açıklamak yada öznelerarası süreçlerin rolünü anlamak mümkün olmayacaktır. Bir başka deyişle öznellik, bireyin kendini inşa etme girişimidir. Öznel bilinç bu girişimin, yani öznelliğin hem nedeni hem de sonucudur. Nedenidir çünkü öznel bilinç olmadan özne kendini farkedemez ve bu durumda öznellikten söz edemeyiz. Sonucudur, çünkü öznelliğin öznelerarası süreçlerde ürettiği ve biriktirdiği bilgi yoluyla özne kendini bilir ki buna öznel bilinç deriz.
Eylemin öznelliğini ve öznelliğin, öznel eylemde sorumluluğunu da bu bağlamda anlamak ve açıklamak gerekir. Öznellik olmadan bilinçli eylemden söz etmek mümkün olmaz. Öznelliğin kaybolması sonucunu doğuran yaklaşımlar, bilinçli eylem imkanını da yok etmiş olurlar. Bilinçli eylemin söz konusu olmadığı yerde eylemin analiz edilmesine de gerek olmayacaktır. Bir bakıma öznelliğin yok olmasıyla eylem de bir inceleme nesnesi olarak yok olacaktır.
Öznellik süreklilik arz eder. Bu nedenle öznel bilinç değişime açıktır, hatta istikrarsızlaşma riskini barındırır. Öznellik, sürekli ve iradi hareket eğilimi taşır. Öznelliğin, kolektif bilinçle daimi bir etkileşimi koruyan bu iradi dışa yönelimi, kendini merkeze alarak ve dışsal nesnel bilince yönelerek harekete geçer. Berger ve Pullberg öznel bilincin dış dünyayla olan etkileşimini bu bağlamda açıklamaya çalışmaktadır. Dolayısıyla öznel anlamlar dünyasının dış dünyaya aktarılması girişimi sürekli ve iradi bir çabadır. Öznel anlamlar ve kolektif bilinç arasında uyum durumunda bu aktarma işlemi dışsal nesnel gerçekliği dönüştürmekten uzak rutinleşen pratiklerle o gerçekliğin yeniden üretim sürecine dönüşür. Bu uyumun bozulması araştırmaya değer bir önem gösterir ve dış dünyanın yeniden inşasına yönelik siyasal mücadelenin de esasını oluşturur.
Fenomenolojide önemli bir yer tutan yaşamdünyası bu konuda bize yol gösterici olabilir. Yaşamdünyasının bireysel girişim öncesinde var olduğu ve bütünsel nitelikli bir kolektif anlamlar yapısı olarak öznel girişimin zeminini oluşturduğu genel kabul gören bir varsayımdır. Schutz, öznel bilincin yorumsamacılığına dayanan içsel anlamlar dünyası ile dışsal bir yaşam dünyası ayrımı yapar. Ancak Schutz her ne kadar, saf ve basit anlamda bir algılama nesnesi olamayacağını söyleyerek öznelliği öne çıkarıyor gibi analizini başlatsa da devamında gerçekte öznelliğin verili ve dışsal bir sosyal gerçeklik olarak yaşam dünyasından büyük oranda beslendiğini ve buna göre algılayıp eyleme geçtiğini ileri sürmektedir. Sağduyu olarak adlandırdığı bir tarihsel sosyal anlamlar dünyası inşası Schutz’un analizinin merkezinde yer alır. Öznellik bu anlamda yaşamdünyasında sağduyu alanında verili olan bilgiyi alır, içinde bulunduğu koşullara göre yeniden yorumlar ve kullanır. Öznelliğin algılama, karar ve eylemlerini bu zemin belirler. Yaşam dünyası öznellik öncesidir ve süreklilik taşır. Dolayısıyla iki düzey söz konusudur; bunlardan ilki dışsal nesnel ve tarihsel olarak sağlam bir yapıda inşa edilmiş yaşam dünyası ve sağduyu bilgisi ikinci olarak öznelliğin yaşam dünyasıyla teması sürecinde oluşan öznel biyografik bilinci. Bu iki düzeyin etkileşimi öznel bilinci sürekli şekillendirir ve eylemleri belirlerken yaşam dünyasını değişime açık bir potansiyel içinde yeniden üretir.
Bu sosyal zemin verili olarak alınmakla birlikte nasıl dönüştüğü de çok önemlidir. söz konusu dışsal zemin öznel girişimin etkisinde değişime açıktır. Berger ve Luckmann, günlük yaşamın öznel bilincin sürekli yorumuna tabii olduğunu ve bu nedenle öznel bilincin anlam dünyasıyla irtibatlı olduğunu ifade etmektedir. Bu yorum sürekli bir değişim talebi anlamına gelmez. Bu temas sadece öznel bilinçle, kolektif bilincin etkileşimini ifade eder. Söz konusu etkileşim bazı özel durumlarda öznel bilincin değişim yönünde eylemde bulunması girişimini tetikler. Siyasal davranışın kolektif bilinci dönüştürme eğilimi bu özel duruma ait bir gelişmedir. Cox bu potansiyel değişim talebini açıklarken, maddi koşullardaki değişime vurgu yapmaktadır. Yerleşik düşünsel yapıların değişen maddi koşullar altında öznel ve bireysel düzeyde sorgulanma sürecini, değişim talebini tetikleyen ana neden olarak ortaya koymaktadır. Maddi koşullardaki değişim öznel bilinçte değişmeyi gerektirdiği durumlarda nesnel ve kolektif düşünsel yapılar ya da kolektif bilinç sorgulanma sürecine girer. Öznel bilinç ile nesnel kolektif bilinç arasında başlayan bu çatışma toplumsal değişimin en önemli belirleyenidir.
Öznel bilinç – kolektif bilinç etkileşiminin en önemli unsuru öznel bilincin anlamlar dünyasında kaynaklanan ve kolektif bilinçle temas halinde gelişen ve orada bir amaca yönelen siyasal eylemdir. Bireysel siyasal eylem dolayısıyla öznel anlamlarla yüklüdür ve amaç yönelimlidir. Aynı zamanda siyasal eylem ortaya çıkış ve gelişiminde kolektif bilinçle temas halindedir. Bu şekilde özne eylemin hedeflediği sonuçları sürekli ve refleksif bir gözetim süreci içinde kontrol etmeye çalışacaktır.
Özne kendi anlam dünyasını siyasal eylemleriyle dış anlamlar dünyasına aktarır. Bu aktarma mutlaka kolektif bilinci dönüştürme yönelimli de değildir. Bireysel siyasal eylem, öznel bilincin etkisiyle dışsal anlam yapısını yeniden üretebilir ya da dönüştürme mücadelesine girişebilir. Yeniden üretme ya da dönüştürme neye göre ortaya çıkar? Bu belirlenim bir siyasal düzenin istikrarının ya da dönüşümünün de kriterini oluşturur.
Peter ve Luckmann, günlük yaşamın, özneyi içine alan biçimde kesintisiz bir akış gösterdiğini ve öznenin bu akış içinde günlük yaşamın kendine yakın olan sektörleriyle uyum içinde rutin pratiklerle yaşamını devam ettirdiğini ifade etmektedir. Bu uyum durumu bozulabilir mi? Yaşam dünyasının belli sektörleri özne için bir sorun olarak ortaya çıkabilir mi? öznel bilinç için yaşam dünyası üzerine fazla düşünmeden içinde akılan bir dışsal kolejtif bilinçtir. Bu süreklilik, üzerine fazlaca düşünülmeden içinde akılan nehrin sorun olarak algılanmaya başlanmasıyal kesintiye uğrar.
Peter ve Luckmann, sosyal gerçekliğin özne için sorunsuz görünen sektörlerinde bir sorunun belirmesiyle yine aynı özne için günlük yaşamın sürekliliğinin kesintiye uğrayacağını belirtmektedir. Sorun genelde, özne için rutin pratiklerin işleyişinde, sonuç olarak belirginleşen bozulmalarla algılanabilir. Özne bu bozulmaları düzeltme eğilimi içine girecektir. Bu durumda sosyal yapıların gözden geçirilmesi ve yeniden üretimin sekteye uğraması söz konusu olabilir.
Sosyal yapılar anlam yüklü mekanizmalardır. Sosyal yapılar özneye bir yönüyle hem dışsal hem de içseldir. Özne dışsal sosyal yapıları bilir ve uyum içinde davranır . Uyum içinde davranış sosyal yapıları yeniden üretir. Bu niteliğiyle sosyal yapılar siyasal eylemin ve siyasal etkileşimlerin sonuçları itibariyle şekillenir. Siyasal düzeni de bu bağlamda anlamak ve açıklamak gerekir. Siyasal düzen varsa onu taşıyan ve öznenin davranışlarıyla süreklilik kazanan, yapısal olarak yeniden üretilen dolayısıyla istikrarlı sosyal yapılar vardır. Sosyal yapılar rutinleşmiş pratikleri üretir ve onlarla da varlığını korur ve sürdürür. Siyasal düzenin istikrarı bu ikili üretim sürecinin sonucudur. Bu nedenle siyasal düzenin varoluşunu sağlayan sosyal yapıların belirme döneminde siyasal mücadele esasken, bu yapıların istikrar kazanarak bir siyasal düzene dönüşmesinde pratiklerin varlığı belirleyici olacaktır.
Siyasal düzenin varlığı, öznellik düzeyinde sosyal yapıların sorgulanmasının sona ermesi ve söz konusu yapıların kendisinden kaynaklanan pratikler ile toplumu statikleştirmesiyle mümkün olabilecektir. Siyasal düzen öznel bilinç ile kolektif bilinç arasında bir uyum durumunu ifade eder. Bu şekilde öznellikle sosyal yapılar uyum içine girer.
Berger ve Pullberg bu uyum durumunda, kolektif bilincin nesnellik kazandığı iddiasındadır ve bu iddia, yabancılaşma ve şeyleştirme kavramlarıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Öznel bilinç ürettiği sosyal yapılarla arasına mesafe koyar. Bu şekilde siyasal düzen ancak öznel bilincin nesnesi haline gelebilir. İnşa edilen ile inşa süreci ilişkisi üzerinde bireysel öznelliğin kontrolü azalır. Sosyal yapılar ve dolayısıyla siyasal düzen bireysel öznellik için dışsal, nesnel bir varlık kazanır ve şeyleşerek donar. Bu aşamadan itibaren dışsal bir dünya olarak siyasal düzen öznel bilincin örtük bir uyum hali içinde rutin davranışlarla yeniden üretimine tabidir.
Berger ve Pullberg’in tanımladığı anlamda, öznel bilince yabancılaşmış bir nesnel dışsal dünya söz konusu olamaz. Eğer olsaydı, öznel bilinçle kolektif bilinç arasında uyumun bozulması durumunda siyasal düzende bir kriz çıkmaması gerekirdi. Böyle bir durumda siyasal düzeninin kendini sürekli üretmesi bir zorunluluk olurdu. Bir başka deyişle nesnel kolektif bilinç kendine ait varlığıyla sürekli olarak öznel bilinci şekillendirebilirdi. Siyasal düzenin taşıyıcısı olarak sosyal yapılar bir kere oluştuktan itibaren öznel bilinci sürekli kontrol eder hale gelirlerdi. Bu nedenle siyasal düzenin iradi ve öznel yönü söz konusu olamazdı. Siyasal düzen için yukarıdan aşağı bir otomatik belirlenim kural olurdu. Düzenin, kaçınılmaz ve dışına çıkılamaz bir zorunluluk durumunu ifade etmesi gerekirdi. Bu durumda tarih anlamını yitirir, bir bakıma tarihsel dönüşüm tesadüflere bağlanır ve neredeyse imkansız hale gelirdi. Dönüşümün öznel bilinçle olan ilişkisini göz ardı etmek bizi bir bakıma siyasal düzenin sorgulanma durumlarını göz ardı etmek aşamasına taşıyabilir.
Öznellik, bilinç düzeyinde sosyal yapıları örtük ve refleksif biçimde gözetir. Öznel bilinç ile kolektif bilinç arasındaki bağ, öznel bilinci yok edecek anlamda kopuk değildir. Bir başka ifadeyle sosyal yapıların nesnelliğinin sınırlılığını kabul etmemiz durumunda, uyumun kendiliğinden olmadığını, bireysel düzeyde gözetildiğini de varsayarız. Siyasal eylem bu açıdan önem kazanır. Siyasal eylemin öznel bilincin kolektif bilinçle etkileşimine bağlı olarak siyasal düzende dönüştürücü kapasitesini görmeye başlarız. Dolayısıyla kolektif bilincin nesnelliğini de sınırlı olarak konumlandırırız. Siyasal düzen, öznel bilincin kolektif bilinçle uyumlu kalabilmesine bağlı olarak istikrarlı biçimde var olacaktır. Bir başka deyişle sosyal nesnel varlık bireysel öznelliğin refleksif gözetim sürecinin tamamen dışında olamaz.
Nesnel ve özneye tamamen dışsal sosyal gerçeklikten, dolayısıyla bu niteliklere sahip bir siyasal düzenden söz edilemez. Siyasal düzen ve sosyal yapılarının nesnelliği, öznel bilinç ile kolektif bilinç uyumu sağlandığı ölçüde ve bu uyumun sosyal yapıların etkisi altında rutinleşen pratiklerin üretilmesi yoluyla sürekliliğinin korunması durumunda anlamlı olacaktır. Yoksa kendi başına bir varlık olarak siyasal düzen var olabilseydi, yukarıda sözünü ettiğimiz uyumun bozulması durumunda dahi siyasal düzenin öznelerini yeniden şekillendirmesi ve istikrarsızlığa sürüklenmenin tepeden aşağı bir süreç içinde önlenebilmesi mekanizması, sürekli bir düzeltme mekanizması olurdu. Ancak kanımca bu durum ancak istisna olabilir. Öznel bilinçle kopan bağ ve kolektif bilinci sorgulayan bir öznel bilinç gelişimi aşağıdan yukarıya dönüşüm süreçlerini tetikleyecektir.
Siyasal düzenin dönüşüme açık olması da bu anlama gelmektedir. Siyasal düzenin öznelerinin kendi anlamlar dünyalarında güvensizlik duygusu içine sürüklenmeleri, içinde bulundukları siyasal yaşamın anlamının yitirmeye başladığını hissetmeleri, uyum bozulmasının en önemli göstergesi olacaktır ki burada öznel sorgulama süreçleri harekete geçecektir. Siyasal düzen ve sosyal yapıları ile öznelerin anlamlar dünyası arasındaki uyum daha çok bireysel öznelliği merkeze koyan ve onun örtük gözetiminde olan bir nitelik gösterir.
Uyumu bozan kayma hangi düzeyde olursa olsun, dönüşüm süreçleri öznel bilinç düzeyinde sosyal yapıların sorgulanmasıyla harekete geçer. Bu durum bireysel öznelliğin dış dünyaya yönelik yeni müdahalelerine ortam hazırlayacak ve eğer siyasal düzenin sosyal yapıları bu müdahaleye dirençli kalırsa öznel düzeyde radikalleşme siyasal düzen ölçeğinde ise istikrarsızlaşma eğilimleri güçlenecektir. Siyasal düzen ile öznel bilinç arasında yeni bir uyum ve denge durumu yaratılamazsa öznel bilinçte radikalleşme eğilimi ortaya çıkacaktır. Radikalleşmenin temelinde, öznel bilinç düzeyinde siyasal düzeni ve sosyal yapılarını tehdit olarak algılama eğilimi yer alacaktır. Özneler kayma sonrası uyum bozulması algısıyla güvensizlik duygusu içine sürüklenecekler ve sosyal yapıları dönüştürmekte zorlandıkları ölçüde bu yapıları ve düzeni tehdit olarak değerlendirmeye başlayacaklardır. Buna Bireysel anlamda radikalleşme, düzen ölçeğinde istikrarsızlaşma diyebiliriz.