Bilimsel realizm sosyal teori araştırmalarında giderek daha geniş bir kabul görmeye başladı. Sosyal olanın nesnel bir varoluşa sahip olabileceği düşüncesinde önemli bir gelişme olarak kabul edebiliriz bilimsel realizmi. Aynı zamanda nesnel sosyal gerçekliğin, yapı-yapan ayrımını aşan bir karmaşıklık ve iki yönlülük içerdiğini göstermesi açısından da çok önemli katkılar içeriyor bilimsel realizm. Bu bakımdan analizi, analiz düzeyini makro ve mikro olarak alarak, her iki düzeyde gözlemlerle ve en önemlisi de bu iki düzeyin etkileşimine odaklanarak yapıyor analizi.
Burada kritik bir soru epistemoloji ve ontoloji ayrımı ve hangisinin önce geleceği konusundaki tartışmada yoğunlaşıyor. Bilimsel realistler sosyal varlığı tüm karmaşıklığıyla kavranabilir görüyorlar. Aslında basitleşme eğilimi güçlü bir yön. Varlığı kavramadan açıklama yapılamayacağını iddia ediyorlar. Burada açıklama ifadesi, sosyal varlık kavrandıktan sonra diğerlerine kavranılanı anlatma anlamında kullanılıyor. Yoksa varlığı anlama anlamında değil. Bir başka ifadeyle sosyal varlığı kavranabilir bir bütün olarak gördükten sonra, epistemoloji sadece diğerlerine bunu anlatmanın bir arcı olarak görülmüş. Kavramanın bir ön koşulu olarak kabul edilmemiş. Dolayısıyla metodoloji ile eşitlenen bir epistemoloji anlatısı söz konusu. Bu anlatının kendisi de bir epistemoloji aslında. Dolayısıyla bilimsel realizm ontolojiyi öncelediğini iddia ederken, tüm araştırma girişimini epistemolojik düzeyle sınırlı tutuyor ve varlığın bilgisini üretmeye yönelik araştırma girişmlerini, dolayısıyla ontolojiyi ikinci plana atıyor; ancak buraya kadar gitmeden de şunu söylemek gerek: Sosyal varlık tüm karmaşıklığıyla kavranamayacak bir bütünlük, detaylılık ve zorluk ifade ediyorsa epistemoloji, görmenin, tespit etmenin ve dolayısıyla göstermenin ön koşulu olur. Bu durumda epistemolojinin önce gelmesi kaçınılmazdır.
Yukarıda bir ölçüde ifade ettiğimiz gibi, ontolojiyi varlığın bilgisi olarak öncelemek ve sosyal varlığı anlamayı öncelikli görmek anlamında ontolojiyi öncelikli kabul etmek başka bir durumdur. Bu durum, sosyal alanda araştırma girişiminin, varlığın bilgisine ulaşmak için, nasıl bu bilgiye ulaşacağız sorusuna öncelikle cevap vermenin gerekli olmasıyla çelişmez. Dolayısıyla sosyal varlığı bütünüyle ve detaylılığıyla tüm karmaşıklığıyla kavramadaki güçlük, epistemolojiye öncelik verilmesini gerekli kılmaktadır.
Bunun doğal bir sonucu, sosyal araştırma girişiminin nesnel gerçekliğin ancak bir modeline ulaşabileceği varsayımına da dayanır. Bu model şüphesiz sosyal varlığın kendisi olamaz. Sosyal varlık bu açıdan tüm yönleriyle kavranamaz ve üzerinde kontrol sağlanamaz. İşte bu nedenledir ki sosyal alanda mühendislik yapılamaz. Belki bu nedenledir ki sosyal bilimciler gerçekler dünyasına belli ölçüde ışık tutarlar. Aslında onlar gerçekle temas halindedirler yoksa gerçeği güçlü bir kavrayışla yakalamış değillerdir.